Bir kadının çalışması ve ekonomik özgürlüğe sahip olması özgürleşmesi için en hayati adımlardan biridir. Fakat her alanda cinsiyet eşitsizliğine maruz kalan kadınlar, iş hayatında da bu zorlukla mücadele etmek zorunda kalmaktadır. Çalışan kadınlar, iş yerindeki zorluklarla birlikte, geleneksel bakış açısına sahip bir toplumda eş ve anne rollerini de sürdürmek zorundadırlar. Bu durum, çocuk bakımı ve ev işleriyle iş hayatlarını dengelemeyi gerektirir. Dolayısıyla, çalışan kadınlar, toplumun kendileri için belirlediği rolleri üstlenmek ve iş hayatındaki adaletsiz rekabetle başa çıkmak zorunda kalırlar.
Küresel gelişmelerle sonucu kadınların iş hayatındaki rollerinin artması ile birlikte kadınların toplum içerisinde yaşadığı sorunlara da yenileri ekleniyor. Bu sorunlar, maruz kalan kadınlarının sayısının da artmasıyla birlikte “Cam Tavan Sendromu” adı altında kavramsallaştırıldı. 1970’li yıllarda cinsiyet, etnik köken ve dine dayalı ayrımcılıkların sayısının artması sonucu ABD’de ortaya atılan ve literatüre geçen bu kavram, kadınların üst düzey yönetim pozisyonlarına gelmelerinin önündeki görünmez ve yapay her türlü engeli ifade etmektedir. Hakkında çok sayıda akademik çalışma yapılan kavram, günümüzde iş hayatındaki kadınları etkilemeye devam etmektedir.
Kişisel yaşamda aile hayatı, zaman ve ilgi ayrılması gereken, sorumluluğu olan alanlardan birisidir. Geleneksel toplum düşüncesinde aile hayatında kadın için çok sayıda sorumluluk ve görevler yüklenmiştir. Kadının iş hayatına dahil olduğu esnada aile içi sorumluluklarına ek olarak iş hayatı sorumlulukları eklenir ve bu iki yaşantıya yeterli zaman ve enerji harcayabilmek, beklentileri karşılayabilmek kadının hayatını ve yaşam kalitesinin olumsuz yönde etkileyebilmektedir. İş hayatına daha fazla zaman ayırarak aile, ev işleri ve çocuklara karşı sorumlulukları daha az yerine getirdiği durumda iş-aile çatışması meydana gelir.
İş-aile çatışması hakkında Grandey ve Cropanzano’un getirdiği tanım şu şekildedir; iş-aile çatışması, iş ve aile alanlarındaki roller yerine getirmeye çalışırken çalışma sürecinde kaybettiğimiz maddi ve manevi kaynakların sonucudur. Bahsedilen kaynaklar sadece para değil, kişilerin duygu dünyaları ve enerjileri üzerinden de örneklendirilmiştir.
İş Kanunu’nun 5. maddesine göre, “Aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamaz. İşçinin cinsiyeti nedeniyle özel koruyucu hükümlerin uygulanması, daha düşük bir ücretin uygulanmasını haklı kılmaz.”. İş kanunu ücretlendirmede farklı muameleyi yasaklasa da kadınlar genel olarak asgari ücrette veya asgari ücretin altında çalıştırılarak uygulamada eksikler yaşanmaktadır. Bir kadın ve bir erkek aynı niteliklere sahip olup aynı işi yapıyor olsalar bile toplumun kabul ettiği roller doğrultusunda kadın erkekten daha az maaş alıyor. Bu ayrımcılık, kadınların istihdam oranlarını ve iş verimliliklerini etkilemektedir.
Uluslararası Çalışma Örgütü Türkiye Ofisi ve Türkiye İstatistik Kurumu ortak çalışmasıyla hazırlanan “Cinsiyete Dayalı Ücret Farkının Ölçümü: Türkiye Uygulaması Raporu” araştırmasında göre Türkiye’de cinsiyete dayalı ücret farkı % 15.6 düzeyindedir. Ayrıca açıklanan verilere göre cinsiyete dayalı ücret farkı yaş ilerledikçe ve eğitim seviyesi düştükçe daha fazla artmaktadır.
Bu da İlginizi Çekebilir: Kadının Güçlenmesi Toplumsal Dönüşümün Anahtarı Olabilir mi?
Fiziksel taciz, bir kadının yaşı, görünüşü, mesleki konumu fark etmeksizin sokakta, pazarda, otobüste, iş görüşmesinde, ofiste karşılaşabileceği problemlerden birisidir. Kadının, bulunduğu topluluk, toplum, kişisel sebeplerden veya destek alamama korkusu yüzünden yaşadıkları fiziksel tacizlere karşı sessiz kalabiliyor. Bu anlamda her yerde desteklenmesi gereken kadınların, hayatlarının büyük bir alanını kaplayan iş ortamlarında çok daha kapsamlı kurallarla desteklenmesi gerekiyor. Bahsettiğimiz fiziksel tacize el şakaları, cinsellik içerek şakalar ve imalar, temas, tehditkâr sözler de dâhildir. Bir kadının bir arada çalıştığı iş arkadaşı veya yöneticisi tarafından tacize uğraması travmatik bir etki yaratabilir.
İş yerinde cinsel taciz, bireyi yıpratarak, yıldırarak işinden, mesleğinden ve iş dünyasından uzaklaştırabilir. Bu sebeple, kadın ayrımcılığa maruz kaldığı için istemediği durumlar içerisinde kalabilir.
Avustralya İnsan Hakları Komisyonu'nun 2018 verilerine göre, Avustralya’da her beş kadından ikisi, son beş yılda iş yerinde cinsel tacize maruz kalmış.
Fiziksel taciz, kamu ya da özel sektör fark etmeksizin tüm kurumlarda karşılaşılabilecek bir sorundur. Önemli olan, bu sorunun kabul edilerek ele alınması ve çözülmesidir. Çünkü cinsel tacizin görmezden gelindiği kurumlarda, hem çalışanlar hem de kurumun kendi örgütsel faaliyetleri zarar görmektedir. Bu nedenle cinsel tacize ilişkin şikayetler dikkate alınmalı, çalışanların psikolojik ve sosyal davranışları gözlemlenmeli, endişe duyacakları tutumlar sergilenmemeli, sorunlar dile getirilmeli ve tüm çalışanlar bu konuda bilinçlendirilmelidir.
İşgücü piyasasının küreselleşmesi, daha düşük ücretli işgücüne olan talebi artırmıştır. Bu durumdan en çok etkilenen gruplardan biri, genellikle daha az eğitimli ve daha düşük ücretli işlerde çalışan kadınlar olmuştur. Bu kadınlar genellikle sosyal güvenceden yoksun bir şekilde, kötü çalışma koşullarında ve düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalmaktadırlar.
TÜİK verilerine göre, kayıt dışı çalışma kadın çalışanlar arasında daha yaygın bir sorundur. Bu durumu tetikleyen faktörlerden biri de köyden kente göç sürecidir. Kayıtlı iş imkânlarından yararlanamayan kadınlar, genellikle kent yoksulluğuyla mücadele etmek için kayıt dışı işlere yönelmektedir. Ayrıca, birçok işveren, işletme maliyetlerini azaltmak amacıyla kadın iş gücünü tercih ediyor gibi görünmektedir.
Kayıt dışı çalışan kadınlar, temel hukuksal haklarından mahrum bırakılmaktadır. Bu haklar arasında işsizlik sigortasından yararlanamama, doğum izni alamama, sendikal örgütlere katılamama, iş kazası sigortasının yapılmaması ve kıdem tazminatına hak kazanamama gibi konular bulunmaktadır. Bu hakları elde edemeyen kadınlar, sömürüye daha açık hale gelmektedir.
1980’li yıllarda “Mobbing” olarak da tanımlaması yapılan psikolojik taciz hem çok sıklıkla yaşanan hem de üzerinde çok sayıda araştırma yapılan bir sorundur. Psikolojik tacizin cinsiyetler üzerindeki dağılımı araştırıldığında ise iş hayatında kadınların erkeklere nazaran daha fazla psikolojik tacize maruz kaldığı onucu ortaya çıkmıştır. Sistematik olarak uygulanan psikolojik taciz, psikolojik rahatsızlıklar, güven problemleri, işten vazgeçme, mesleki kimlik kaybı, asosyallik ve daha birçok yıpratıcı sonuca sebep olur.
Michael H. Harrison'un ABD'de gerçekleştirdiği araştırmaya göre, kadınların %42'si ve erkeklerin %15'i son iki yılda zorbalığa maruz kalmıştır. Bu durumun, kayıp zaman ve verimlilik açısından 180 milyon dolara mal olduğu ortaya çıkmıştır.
Yüzyıllardır içerisinde yaşadığımız ataerkil topluma göre kadınlar, yine çok değer verilmeyen ev işleri ve çocuk bakımından sorumludur. Ev içerisinde sınırlı kalan kadın emeği toplum içerisinde ve iş hayatında ciddiye alınmamaktadır. Bu tutum, kadının kariyerinde yükselmesini engelleyen temel sebeplerden biridir. Eğitim seviyesi ve mesleki yeterliliği fark etmeksizin bir erkekten, ”Elinin hamuruyla işimize karışma, kadın aklınla sen bize karışma, sen o güzel aklını hiç zorlama” gibi, aşağılayıcı cinsiyetçi yaklaşımlara şahit olmuş hatta maruz kalmış olabilirsiniz. Bu konuda bir bilinçlenme veya yaptırım olmadığı için insanlar üstü kapalı veya açık bir şekilde bu tavrı sergilemekten çekinmiyor.
2018 yılında yapılan, “İnsan Kaynakları Yöneticilerinin İşyerinde Toplumsal Cinsiyet Algıları” başlıklı araştırmaya göre; Kadın çalışanların işyerinde de toplumsal cinsiyet rolleri ile algılandığı ve bu rollere uygun işlerde çalıştırıldığı ortaya çıkmıştır. Kadınlar işe giriş sürecinden itibaren çalışma hayatının her aşamasında aile yaşamındaki sorumluluklar, hamilelik, annelik gibi nedenler dolayısıyla eşitsizliklerle karşılaşmakta, terfi alma, kariyer planlama, ücretlendirme gibi konularda sorunlar yaşamaktadır. Gerçekleştirilen çalışmada toplumsal cinsiyet rollerinin işyerinde yeniden üretildiği sonucuna ulaşılmıştır.
Aile rollerini öncelikli kabul eden bir insan kaynakları yöneticisi, iş yükünün ağırlığını öne sürerek kadının medeni durumunun işe alımda ve işin yürütümünde etkili olduğunu da açıkça belirtmiştir. Bu durum, kadının toplumsal cinsiyet rollerinin doğrudan işyerine yansıdığını ortaya koymaktadır.
Duygusallığı bir zayıflık olarak gören, kadınların da duygusallıkları yüzünden doğru kararlar alamayacaklarına inanan insanlar, kadınların iş yerinde yükselerek yönetici pozisyonunda çalışmalarının önünde engel olmaktadır. Duygusallıkları bahane edilerek alt kademelerde çalışmak zorunda kalan kadınlar iş verimliliklerinin düşme, iş hayatında önemli rol oynayamama ve sömürülme tehlikeleriyle baş başa kalıyorlar.
Toplum içerisinde, çocuk bakımı sorumluluğu kadın rolüne yüklenmiş bir sorumluluktur. Öyle ki, 2018 yılında yapılan araştırmada bu görüşü benimseyen insan kaynakları yöneticileri, kadınlara özellikle çocuk düşünüp düşünmediklerini, hatta çocuk sayısına göre ikinci ya da üçüncü çocuk sahibi olmak isteyip istemediklerini sorduklarını belirtmişlerdir. Bu soruların amacının, kadın çalışanın doğum iznine ayrılması sonucu üretimin aksamaması için yapıldığı ifade edilmektedir.
Araştırmada, “Çocuğu varsa ve küçükse kim bakacak diye soruyoruz. Çünkü babaların çocuk bakma sorumluluğu hiçbir zaman olmuyor. Ama kadınlara bu soruyu yöneltiyoruz. Sen uzun saatler buradasın sorun olacak mı diye soruyoruz.” şeklinde bir ifade de bu görüşü destekliyor.
Yaşanılan bu cinsiyet eşitsizliği, kadınları hayatlarının birçok aşamasında toplumsal rollerini yüklenerek yaşamak istemedikleri, mutsuz bir hayata sahip olmalarına sebep oluyor.
Peki, çalışan kadınların yaşadığı bu sorunların aşılabilmesi için neler yapılabilir;
- Kadınların iş hayatında yaşadıkları fırsat eşitsizliğini önlemek için sosyal ve kültürel değişiklikler yapılmalıdır.
- Kadınların iş hayatındaki özgürlüklerinin ve haklarının korunmasını sağlamak için ayrıca yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
- Çocuk sahibi olan kadınların iş hayatındaki ve ev içi sorumluluklarına annelik sorumluluğu da eklendiği için kadının iş hayatındaki yükünün hafifletilmesi için tedbirler alınması, özel haklar tanınması gerekmektedir.
- Şirketler, kadınlara yönelik mesleki eğitimin geliştirilmesini sağlamak, bilgi ve becerilerini arttırarak çalışma hayatına hazırlamak ve daha geniş bir çalışma alanına sahip olmak için istihdam edilebilecekleri iş alanları sağlamalıdır.
- Bir kadın her ne kadar yüksek eğitim alsa veya eşit emek gücüne sahip olsa da daha düşük maaş ve kısıtlı iş imkânlarıyla baş etmek zorunda kalıyor. Geliştirilen ekonomik ve sosyal politikaların toplumsal cinsiyet eşitliğini gözetebilmesi, kadın istihdamını artırmak ve istihdamdakilerin durumunu iyileştirme çalışmalarının yapılması, kadın erkek eşitliğinin toplumsal bir sorumluluk olarak kabul edilmesi gereklidir.
- İş hayatındaki kadınların maruz kaldıkları fiziksel veya psikolojik tacizin önlenebilmesi için taciz edenin konumuna bakılmaksızın ciddi yaptırımlar uygulanmalıdır. Kadının mağduru olduğu taciz vakasını çekinmeden dile getirebilmesi için toplumun, iş arkadaşlarının bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Mağdurun ve diğer insanların, tacize uğrayanın değil de taciz edenin açık bir şekilde suçlu olduğunu bilmesi ve bu bilinçle tepki vermesi sağlanabilir.
eleman.net'te her gün yüzlerce yeni iş ilanı yayınlanıyor. Hayalindeki işe başlamak için özgeçmiş oluştur ve sana en uygun ilanlara başvur.
Hemen Özgeçmiş OluşturBu siteyi kullanmadan önce verileriniz hakkında aydınlatma metnini, gizlilik ve üyelik koşullarını inceleyebilirsiniz.